Kuran’da “sünnet” kavramı bu şekilde kullanılırken, geleneksel mezhepsel hadis din anlayışta “sünnet”, Peygamber’in fiillerini sanki İslam dini dinmiş gibi anlatmak için kullanılır.
Sünnetin üçe ayrılıp incelenmiş olduğunu görüyoruz. Fiil halinde sünnet (es sünnetul fiiliye), sözlü sünnet (es sünnetul kavliye) ve sessiz kalarak gerçekleşen sünnet (es sünnetul takririye).
1.Peygamber’in davranışlarını,
2.Peygamber’in sözlerini,
3.Peygamber’in yapılışını görüp de yasaklamadığı davranışları belirtir.
“Sünnet” ve “hadis” ifadeleri genelde birbirinin yerine kullanılır.
Peygamberimiz’e iftiralarla dolu olan hadislere yaptığım her eleştiriyi okurken “hadis” kelimesi yerine “sünnet” kelimesini de koyarsanız, “sünnet” olarak nitelenenlerin ne kadar güvenilir olabileceğini daha iyi anlarsınız. Kuran’ın yeterliliğini, hadisin yani sünnetin Kuran’la, mantıkla, kendi içinde çeliştiğini, Peygamber’in ve dört halifenin döneminde Kuran dışında dini bir kaynak yazdırılmadığını, Emevilerin ve Abbasilerin döneminde “hadis” ve “sünnet” gibi başlıklarla insanlara Arap örf ve adetlerinin, Emevilerin ve Abbasilerin hayata bakış açısının “din” diye kabul ettirildiğini unutmayalım.
Mezhepçi bir din anlayışını benimseyenlere şu soruyu sorun: Madem Kuran’daki farzlar, tavsiyeler, ibadetler dışında “sünnet” başlığıyla sevapların, ibadetlerin olduğunu iddia ediyorsunuz, niye Kuran’da “sünnet” kelimesi bu manada kullanılmıyor? 6000 küsur Kuran ayetinden hiç değilse bir tanesinde “sünnet” diye sizin anlattığınız şekilde bir alana atıf yapılmıyor? Kuran’da 30’dan fazla kez geçen “hadis” ve defalarca geçen “sünnet” kelimelerinin nasıl geçtiğini biliyoruz. Bugün kullanılan manasıyla hiç alakası olmayan şekilde “hadis” ve “sünnet” kelimelerinin kullanılışı da mezhepçi din anlayışının, Kuran’da (dinde) olmayan kavramları uydurduğunun bir delilidir. Eğer bu kavramlar dinimizde olsaydı, hem isimleri hem nitelikleriyle Kuran’da tarifleri yapılmaz mıydı? Hiç şüphesiz Kuran, kendi ifadeleriyle de belirttiği gibi din adına gerekli her şeyi açıklar, bizi başka kitaplara muhtaç etmez, Allah’ın dininin tümünü kapsar. Bu kavramların Kuran’da olmayan tarzda ortaya konması, bu kavramsallaştırmaların insani ürünler olduğunun (uydurulduğunun) bir delilidir.
ARAP ADETLERİNİN “SÜNNET” BAŞLIĞIYLA KABUL ETTİRİLMESİ
“Sünnet” başlığında sunulanların bir kısmı Peygamberimiz’e iftira olarak uydurulmuştur. Bir kısım sünnetlerse Peygamberimiz’in kavminin veya Arapların veya mezheplerle hadislerin oluştuğu dönem ve bölgenin adetleridir veya Peygamberimiz’in şahsi tercihlerinden dolayı işlediği fiiller olmalarına rağmen dinle alakası olmayan davranışları ve sözleridir.
Cübbe giymek, kabak yemek, yer sofrasında yemek gibi…
Bunlar Peygamber’e savaş açan müşriklerin, örneğin Ebu Cehil’in de davranış tarzlarıdır. Kimisi iklimden, kimisi örften, kimisi o yörede yetişen sebzelerden kaynaklanmaktadır. Kuran’ın belirtmediği bu fiillerde ilave bir sevap ummak veya dinle bir alaka kurmak, dine ilave yapmak olur. Kuran her şeyi açıkladığını, tüm detayları verdiğini söylerken; Kuran’ın açıklamadığı tarzda “sünnet” başlığıyla sevap ummak ve makbuliyet edebiyatları da yine Kuran’ın anlattığı dine yapılan ilavelerdir. Allah isteseydi; cübbeyi, kabağı, yer sofrasını ve “sünnet” başlığıyla dine ilave edilmeye çalışılmış gelenekleri de Kuran’da belirtir ve bize nasıl “daha çok sevap kazanacağımızı” gösterirdi.
“Sünnetlere uymada sevap vardır, bunların uygulanmamasında günah yoktur” yumuşatmaları da yapılan yanlışı gidermez. Çünkü ister sevap etiketiyle olsun, ister makbuliyet etiketiyle olsun, Kuran’da olmayan bir davranışı dini etiketle sunmak yine dine ilave yapmak olur.
İnsanları “Peygamber sünneti” diye uydurmalara ve örflere çağıran ve kendilerini Peygamber yolunun takipçileri göstermek için kendilerine Ehli Sünnet adını takıp, aslında Ehli Arabi-örf olanlara; “Peygamber sünneti” diye Peygamberimiz’e iftiralarla dolu kaynaklara, Arapların örf ve adetlerine, Emevi ve Abbasi dönemlerinin imalatlarına uyduklarını göstermemiz gerekir.
Her şeytin doğrusunu Yaratan Yüce Allah Bilir !