Devlet tarihi bir imkan, büyük bir fırsat penceresi araladı terörsüz Türkiye için. O siyasi partinin, bu siyasi partinin çıkarına göre değil, bu topraklarda yaşayan her bir vatandaşın faydalanabileceği bir süreç bu. Bin yıllık kardeşliğimizin pekişeceği, ayrımcılığın kalmayacağı, demokrasinin daha da derinleşeceği...
Daha da mühimi, emperyalizmin bu topraklardaki emellerine kesin olarak son verilecek olması.
Bundan en çok faydalanacak olanlardan biri de bugüne kadar terörle arasına mesafe koymaya hiç yanaşmayan DEM Partisi. Bu yeni süreç sayesinde Kandil'in vesayeti altından kurtulabilecekler.
Ne var ki, DEM'in Kandil vesayetinden çıkma gibi bir niyeti yok. Kendilerine tanınan bu şansın değerini anlamadıkları gibi üstüne bir de Kandil'in müzakerecileri gibi davranmaya başladılar. "O olmazsa, şu yapılmazsa" diye giriyorlar her söze. Her fırsatta "devlet şunu yapsın, bunu yapsın" diye ödev verip emrivakide bulunuyorlar.
Eşbaşkanların sözlerine, yüz ifadelerine, üstenci konuşmalarına bakın; hâlâ bir tehdit dili, dayatmacı hal devam ediyor. Mikrofonu gördükleri her seferinde özellikle "Sayın Öcalan" diye söze başlayarak bir zafer edasına bürünüyorlar.
Oysa ortada daha ne silah bırakma var ne de buna dair güçlü bir işaret. Henüz "he yapacağız, edeceğiz" diye sarf ettikleri boş vaatlerden başka bir şey yok. Fakat, derhal Öcalan'ın bırakılmasını; çalışabileceği bir karargah tahsis edilmesini; PKK'nın tanınıp siyasi bir güç olarak görülmesini; finalde de anayasanın değiştirilip PKK/DEM'e "statü" tanınmasını istiyorlar. "Devletin atması gereken adımlar" dedikleri işte bunlar. Yoksa "silahları niye bırakalım ki" diyorlar!
Görüldüğü gibi devleti büyük bir zafiyet içinde görüyor ve terör kozunu da ellerinden bırakmaya pek yanaşmıyorlar. Bu halleriyle zaten bu süreci yeterince provoke ediyorlar. Olası provokasyonları uzakta aramaya gerek yok zaten; DEM Parti'nin eşbaşkanlarının bu hal ve tavırları yeter artar bile.